Yahudi’nin laik düşüncelisi olur mu? Elbette olur ama bunu sonsuza kadar sürdüremez. En nihayetinde çevresel ve geleneksel değerlerinden dolayı laik anlayışını kadim dini, sosyal ve siyasi fikirleriyle meczederek ortaya yeni bir görüş çıkartır. XIX. yy. da Sion’a (Kudüs) Yahudilerin geri dönerek İsrail Devletini kurmaları gerektiğini ileri süren milliyetçi ve laik görüşe Siyonizm dendi. Teodor Herzl ise akımın ana taşıyıcı kolonlarından biri oldu.
Siyonistler her ne kadar laik olduklarını ileri sürseler de Yahudi dinini milliyetçi anlayışlarının merkezine oturtmalarından dolayı aslında laik değildirler. Bugün ortalama bir Siyonist’in bakış açısı ile İsrail’de yaşayan ya da İsrail’i destekleyen Yahudi’nin Gazze ve Filistin olaylarına bakış açısı önemli oranda aynıdır “İsrail var olmalı ve büyümeli. Ne de olsa Araplara yaşayacak yer çoktur”.
Yahudi bakış açısının arka planında seçilmiş millet olduklarına iman etme anlayışı vardır. Onlar insanlığın ve dünyanın mutlak egemenliğine sahip üstün millet olduklarına inanırlar. Dolayısıyla da geri kalan milletler onlar için sadece köle olabilirdi.
Yahudiler görevlerinin 2500 yıl öncesinde kendilerine verildiğine inanırlar. Buna göre Babil ve Roma Devletlerinin Kudüs’te iki kez yıktıkları Süleyman Mabedini üçüncü kez yeniden inşa için kendilerini motive ederler. Siyonist’in dünyasında öldürme hem ilahi bir arzu hem de ilahi bir emrin gereğidir. Tevrat’ta anlatılan Yeşu’nun Eriha kentini yok ederken şehirdeki tüm insan ve hayvanatı hatta ağaçları bile yok etmesi onlar için öldürmenin önemini ve ilahi sorumluluğunu öne çıkartır. Yine Medyen savaşlarında bakire kızlar haricindeki tüm çocukları, yaşlıları, gençleri, hamile kadınları öldürüp tüm canlıları yok etmeleri bugünkü katliamlarının da referansını oluşturdu.
Siyonist bir Yahudi olaylara nasıl bakar, arka planında ne var? Tabi ki de kendilerini kural koyucu olarak görürler. Bundan dolayı Tevrat’ı ya da farklı otoritelerle yaptıkları ahitleri ihlal etmekten vazgeçmezler. Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya’yı öldürmeleri bu inancın bir sonucu değil miydi? İnsanoğluna evrensel ahlak kapsamında çizilen tüm sınırları aşmakla tanınan Siyonist Yahudiler, tedhiş ve terör faaliyetleri ya da bu faaliyetleri yapan örgütleri destekleyerek toplumları birbirlerine düşürerek kan akıtılmasını sağlarlar. Ölümden korktukları için öldürmeyi bilinçli bir tercih haline getirirler. Siyonist aklın arka planında Nazizm ile eş değer bir yıkıcılık vardır. İnanmayan Gazze şehrinin geldiği son duruma bakabilir.
Tarihin pek çok döneminde farklı coğrafyalarda da olsa varlığını korumuş Yahudiler ihanet, tefrika, casusluk, tefecilik, savaş çıkartma gibi hep kötü özelliklerle anıldılar. Bundan dolayı da Yahudi psikolojisinde kötü muameleye maruz bırakılma endişesi hakimdir. Buna rağmen tarihlerinin en buhranlı dönemlerinde onlara sahip çıkan, kol kanat geren Müslümanlara veya Osmanlı Türklerine de ihanet etmekten hiç vaz geçmediler.
Nihal Atsız’ın Haklılığı
Nihat Atsız Cumhuriyet Devrinin en önemli Türkçü düşünce insanları arasında yer alırken Nurettin Topçu’da Muhafazakâr ya da Turanist İslamcıların ve Millî Görüşçülerin membalarından biri oldu.
Nihal Atsız’a göre Siyonistler, Masonlar, Sebateistler her zaman gizli tedbirlerle gizli hedefler için çalışan insanlardı. Özellikle bu grupların I. Dünya Savaşı sırasında ihanet etmesi ve düşmanla iş birliği yapması Müslüman toplumlara ve Türk Devletine olan kinlerinin düzeyini de göstermişti. Yahudilerin ve Siyonistlerin; çığırtkanlık, fırsatçılık, sinsilik ve namertlik ile iki yüzlülüğün unutulmaz örneklerini verdiğini belirten Atsız, İstiklal Harbinde Bursa’nın Yunan işgali altına girdiği dönemde “Kahrolsun Türkler” diyerek saflarını göstermekten çekinmeyen bir topluluk olduğunu vurgular. Türklerden kötülük görmediği halde Türklere düşmanlık yapmaktan çekinmeyen Yahudi oluşumlarının yeri geldiğinde Sabateyistler eliyle yeri geldiğinde Siyonistler üzerinden veya Masonik organizasyonlarla amaçlarına ulaşmak için çalıştıklarını belirtir. Bu amaç ise elbette ki tüm insanlığı kontrol altına alarak Arzı Mevuda sahip olmaktı. Bilhassa toplum ve devlet hayatına sızan ve Türk gibi görünen şahsiyetler aracılığıyla Ermeni veya Rum gibi tescilli Türk düşmanları veya mandacılığı savunan yerli işbirlikçilerle ittifak kurmaktan çekinmediklerinin altını çizer. Atsız, Yahudi oluşumlarını Türkleri kundaklamaya çalışan sahtekâr ve dolandırıcı bir yapılanma olarak gördü. İnsanlığın kahramanlığa, iyiliğe ve kuvvete olan genel eğiliminin Yahudilerde zillete, korkaklığa, kötülüğe ve seciyesizliğe dönüştüğünü belirten Nihal Atsız, Siyonistlerin I. Dünya Savaşında gerçekleştirdikleri faaliyetlerle hainliklerini kanıtladıklarını söyler. Yahudilerin her girdiği kabın şeklini aldığına değinen Atsız, Yahudi organizasyonların, içinde yaşadıkları tüm devletlere karşı düşman olduğunu ve bunu da o devletin yüzüne gülerek, onlara sempatik
davranarak gerçekleştirdikleri konusunda okurlarını uyarır. Yahudilerin yüzyılın başlarında Türk devletinden ABD mandası altına girmesini, 1950’lerde Sovyet uydusu olmasını, Ermenistan ile iş birliği yapmasını kabul etmelerini ve Osmanlıcılık siyasetine yeniden geri dönmelerini talep ettiklerini belirterek Osmanlı’nın dağılma şartlarını yeni Türk Devletinde oluşturma gayretinde olduklarını açıkça yazar.
Nurettin Topçu Doğru Söyledi
“… Ancak Yahudi’nin bütün milletlere, bütün ülkelere, bütün insanlara, bütün müesseselere ve arzın her zerresine sinen şerrinden, onun gizli zulmünden insanlığı korumak ve kurtarmak da vazifemizdir.” diyordu Nurettin Topçu 1967’de. Ve şu soruyu soruyordu bir yazısında: “İsrail orada durdukça İslam ve Türk Dünyası tehlikededir. İstikbal ya birinin ya ötekinindir.”
Nurettin Topçu’nun sorusunun üzerinden 58 yıl geçti. Arap devletleri birer birer tarumar olurken Türk Devleti IV. İmparatorluk dönemine bir türlü giremedi, giremediği gibi o potansiyelini açığa bile çıkaramadı. Bunun doğal sonucu olarak da meydan İsrailoğullarına kaldı.
Nurettin Topçu’da Nihal Atsız gibi Yahudiliği, Masonlukla ve Siyonizm ile özdeşleştirmişti. Dünyadaki fesadın kaynağını Yahudi hedefleri olarak görüyor, Türklerin ve İslam Aleminin temel düşmanının da onlar olduğunu savunuyordu. Topçu, Marx, Durkheim ve Spinoza’yı Yahudiliğin insanlığa sunduğu birer hastalık olarak değerlendirmişti. Bu Yahudi fikir adamlarının düşüncelerini benimseyenlerin sadece ülkemizde değil medeniyetin olduğu her yerde insanlığı bir karmaşaya ve inançsızlığa sürüklediğini anlatıyordu.
Topçuya göre Babil esaretinden itibaren mahrum kaldıkları her şeyin intikamını almak isteyen Yahudi toplumları kin ve haset silahını kullanarak insanlığın temiz olan tüm değerlerini yok etmeyi amaçlamışlardı. Bu konuda Türk ve İslam kamuoyu uyarılmalıdır, bilinçlendirilmelidir.
Yahudi teşkilatlarının dünyanın neresinde olursa olsun insanlığa düşmanlık yaptığını ileri süren Topçu, Yahudilikle mücadelenin ancak Yahudiliğin çok iyi tanınmasıyla gerçekleştirilebileceğini savunur. Ne var ki Topçu döneminde de sonrasında da Türkiye bunu maalesef başaramadı. Yahudiliği ve Yahudi teşkilatlarını hiçbir zaman tanıtmadığımız Türk Milleti dün de bugün de yarında STK görünümlü kurumlarla manipülasyonlara kurban gidiyor, efsunlanmaya devam ediyor. Hatırlayın Manavgat gibi küçük ve herkesin herkesi tanıdığı bildiği bir yerde dahi Siyonizm
namına çalışan bazı derneklerin sempatizanları Manavgat’ta neredeyse Milliyetçi ve Muhafazakâr partilerin adayı olarak Belediye Başkanı seçilecekti. Milliyetçi partiler, muhafazakâr olduğunu söyleyen parti ile bu Siyonist artığı adamlara kapı kapı dolaşıp oy istedi. İşte Topçu’nun anlatmak istediği de tam olarak buydu. Yahudi’nin ve teşkilatının el attığı hiçbir şey küçümsenmemeliydi, mahiyetleri topluma öğretilmeliydi. Onlarla bağlantılı legal ya da illegal STK’lar, organizasyonların amaçları millete tanıtılmalıydı.
Cevat Rifat Atilhan Çok Önceden Uyarmıştı!
- Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunda görevli bir subayken Siyonist Yahudilerin ihanetlerini bizzat yaşamış, Millî Mücadele döneminde Siyonist Yahudi komplolarını görmüş ve Türkiye’nin gerçek anlamda ilk Antisemitizm taraftarı olan Cevat Rifat Atilhan ömrünün neredeyse tamamını Türk Milletini Siyonist Yahudi tehdidine karşı uyarmakla geçirmiştir. I. Kuşak Millî Görüşçüleri derinden etkileyen Atilhan, özellikle muhafazakâr, İslamcı ve Türkçü çevrelerin başucu yazarlarından biri haline gelmişti. Atilhan’a göre Masonluk, Siyonizm ve Yahudilik arasında aslında hiçbir fark yoktu. O, Yahudileri Batıda ortaya çıkan kozmopolit fikirleri Türkiye’ye taşıyan ve deruni Türk İslam Medeniyeti fikriyatını yozlaştıran unsur olarak görüyordu. Yani onun dünyasında İslam düşmanı olan Batı, Yahudiler üzerinden Osmanlı’yı fikri olarak işgal etmiş Türkiye’yi özünden koparmıştı.
Atilhan, Yahudilerin İngilizlerle olan işbirlikçi siyaseti ve Yahudi sermayesinin dağıttığı fonlar sonucunda İsrail’in kurabildiğini vurgular. I. Dünya Savaşında Yahudilerin kurduğu Nili Casusluk teşkilatı ile Gazze ve Yafa’da Osmanlı ordusuna ihanet ettiklerini vurgular. Güvenilmez, hain ve sinsi planları olan bir kavim olarak gördüğü İsrailoğullarının soyundan gelenlerin Türkiye’de hala etkin olmalarına itiraz
eder. İslam birliği fikri etrafında Siyonizm, Masonluk ve Dönmelerle mücadele edilmesi gerektiğine inanan Atilhan, Yahudilerin ve organizasyonlarının kıymet bilmeyen bir halk olduğuna inanır.
Dönmeler, Yahudiler ve Siyonistlerle ilgili en çok neşriyatı yapan Cevat Rifat Atilhan 85’in üzerinde kitap yazarak Siyonizm tehlikesine karşı özellikle de gençliği uyarmaya çalışmıştır.
Sonuç
Nihal Atsız ve Nurettin Topçu gibi öğretmenlik mesleğinden gelen akademisyenlerin Cevat Rifat Atilhan gibi ordu köklerine sahip inatçı bir yazar, Siyonizm tehdidine karşı uyarı vazifesini yerine getirmişse de maalesef ki bu uyarılar Türk Milleti’nin bütününe ulaştırılamadı. Milli Eğitim sisteminin ideolojik kökleri ile bu yazarların fikirlerinin çelişmesi onları marjinal ve antisemitik olarak yaftalanmasına neden oldu. Çamur at izi kalsın hesabıyla ırkçı, faşist, Nazi hayranı olmakla suçlanan bu hocaların siyasal ve sosyal uyarıları maalesef ki bugünün Türkiye’sinde hala geçerliliğini korumaktadır. Üzülerek ifade etmeliyiz ki bugün için hala ülkenin genç dimağlarına memleketin gerçek iç ve dış düşmanları anlatılmamaktadır. Devlet organizasyonu popülist siyasilerin elinde söylemsel içi boş bir şovenizmle yönetiliyor. Modern idarecilerin tedbirsizliği ve dışa bağımlı bir denge siyaseti gütme anlayışı ülkeyi Siyonist tehditle karşı karşıya bırakmıştır. Batı emperyalizminin işbirlikçisi olan Siyonizm’e dair ciddi bir politik ve askeri tedbir alamayan güya milliyetçi ve muhafazakâr olan iktidar ülkeye ve millete sadece zaman kaybettirmektedir. Bugün Gazze’de, Filistin’de ve Türkistan’da akan her bir damla kanda maalesef ki Türkiye’nin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemesinin katkısı büyüktür. Örneğin Türkiye’nin kendisi 5. Nesil savaş uçaklarını üretebilseydi, çağın gerektirdiği hava savunma sistemlerine sahip olabilseydi Siyonizm ve işbirlikçileri olan devletler Gazze’de bugünkü eziyeti yapabilirler miydi?
Kalın sağlıcakla.
Okumuş olduğunuz yazı Gezgin Adam Dergisi’nin Ağustos 2025 tarihinde çıkan “Gazze Can Çekişirken Manavgat’ın Sessizliği” isimli sayısında yayımlanmıştır.